19 Kasım 2013 Salı

Senin Hayatın Kaç Gigabyte ?

Başlıktaki soru size garip gelebilir elbette. Hatta duyduğunuz ilk anda bir süre şaşkın şaşkın bakabilir sonra da pardon(?) şeklinde bir tepki bile verebilirsiniz. Peki birçok şirketin iş alımlarında yeri geldiğinde sizleri sanal dünyada arayıp hakkınızda araştırma yaptıklarını söylesek! Ya da yeni sevgililerinizin isminizi Google’a yazıp geçmişinize yolculuk yapmaya çalıştığını, Facebook’taki arkadaşlarınızı tek tek gezdiğini, özellikle kendi cinsinin sizin duvarınıza, fotoğraflarınıza yazdığı yorumları ve sizin cevaplarınızı didik didik ettiğini belirtsek bir şeyler canlanır mı aklınızda? Bir de Facebook zaman tüneli desek! Bugüne kadar Google’a isminizi yazdığınızda karşınıza neler çıktığına hiç detaylıca baktınız mı mesela? “Sanal iz” terimi ne ifade ediyor size? Eğer soru hala hatalı gibi geliyorsa bu ipuçları ile birlikte yazıyı okuyup biraz daha durup düşününce sorunun hiçte tuhaf olmadığına kanaat getireceksiniz.
Hayatınızın geçmiş dönemlerini hatırlamak isteseniz ilk ne yaparsınız? Ya oturup derin derin düşünürsünüz, ya da arkadaşlarınıza, anne babanıza sorarsınız, veya açıp bilgisayarı eski fotoğraflarınıza, sağa sola çeşitli dosyalar içinde iliştirdiğiniz notlara bakarsınız. Muhtemelen çoğunuz son şıkkı tercih edersiniz. Çünkü günümüzde artık hemen hemen her bilgi dijital ortamda. Hayatın özel anlarına ait en değerli ayrıntılar, fotoğraflar bile sosyal ağlarımızdaki hesaplarımızda. Her “tık” ile birlikte sanal dünyaya kolay kolay silinmeyecek bir iz bırakıyorsunuz aslında. Üstelik bu iz karda da belli oluyor, güneşli havada da !
Facebook, Twitter gibi  sosyal ağların ve bir çok gizli / özel yazışmalarımızı yaptığımız maillerimizin insanın doğal bir parçası haline dönüştüğü günümüzde çoğu ebeveyn çocuğu daha doğmadan onun adına bu platformlarda hesap açmaya başlıyor. Sonra da o hesaptan çocuğunun gün ve gün gelişimini, fotoğraflarını paylaşıyor. Eli klavye tutmaya başladıktan sonra da o çocuk devralıyor hayatını adı konulmamış dijital günlüklere piksel piksel işlemeyi.
Şimdi geçmişinize yolculuk yapmak için, ilk attığınız twite bir bakın mesela. Sonra bu zamana doğru gelin. Ne acılarınızı paylaşmış, ne mutluluklarınızı dökmüşsünüz ortaya. Ya da Facebook’taki ilk eklediğiniz fotoğraflarınıza bir bakın. Ya üzerinizdeki kıyafeti çok saçma bulursunuz, ya da yüz ifadenizdeki çocukluğa güler geçersiniz. Bazı fotoğraflardaki sizi tanımazsınız bile. İlişki durumunuz kaç kere değişmiş? Hatta bir bakarsınız, zamanında arkasından konuştuğunuz birisine bugün aşk sözcükleri döşemişsiniz. Bakın bakalım o zamanlar da ne kadar arkadaşınız varmış şimdi yüzünü dahi görmediğiniz.
Mail kutunuzu açıp gönderilenler kısmında ilk attığınız maile bir gidin şimdi. Kimlere neler söylemişsiniz? Ya da o zaman harika komik yazışmalar yaptığınız bir arkadaşınızın şimdi yüzünü dahi hatırlayacak mısınız? Ne kadar da kolay vazgeçmişsiniz değil mi? Yaşadığınız onca acıyı bazen içinize atıp kırık kalp şeklinde ekranda beliren bir simgeye dayamışsınız sırtınızı.
Bugün Twitter’daki takipçiniz, Facebook’taki arkadaş sayınız kadar ilgileniyor neredeyse bazı insanlar sizinle. Günlük yazarken bir düşünme vardır mesela. O günün sabahından akşamına olanların ince bir muhasebesi de yapılır kağıda dökülürken düşünceler. Ama sosyal ağlarda cümleleriniz bile cep telefonunuz tarafından otomatik seçiliyor. Ve gün geçtikçe bilgisayarlara akıttığımız hayatımız oradaki dünya gibi 1 ve 0’lardan oluşmaya başlıyor. Arkadaş olarak eklemek, yani bir tuşa basıp istek göndermek kadar kolay oldu seni seviyorum diyebilmek.
Geçmişinize yaptığınız bu yolculukta şu an pişman olduğunuz birçok sözünüzü bulacaksanız. Siz şu anda silebilirsiniz. Ama ya birileri siz silmeden görürse! Ya o gün sizin için çok sıradan olan bir cümle, bugün en büyük sırrınızsa? İnsan biraz ürküyor değil mi? Çünkü siz belki de hiç olayın bu kısmını düşünmeden her şeyinizi sizden çok uzakta bir bilgisayara dökmeye başladınız. Üye olurken hiç okumadan imza attığınız bir metinle de bu bilgilerinizin silseniz dahi bir süre daha dijital hayatta var olmasına, başkaları ile paylaşılmasına izin bile verdiniz!

Ve bugün doğru kullanıldığında çok faydalı olabilecek sosyal ağlar insanlar arasındaki mesafeleri kaldırdı ama ruhlar arasındaki mesafeleri uzaklaştırdı aslında. “Enter” tuşuna bastığınız anda paylaştığınız bilginin tüm dünyaya yayıldığını da aklınızın bir köşesinde bulundurun. Unutmayın paylaştıklarınız hayatınız, kullanım alışkanlıklarınız, aşklarınız, nefretleriniz, hatta şimdilerde nerede ne yiyip ne içtikleriniz. Günümüzde bilgisayar güvenliğinin de birçok sıkıntılara gebe olduğunu hatırlatmakta fayda var. Yanlışlıkla elinizden kaybettiğiniz hesaplarınızdan sizin adınıza yapılan yazışmaların başınıza açacağı işleri yıllarca toparlayamayabilirsiniz. Bugün paylaştığınız bir twitin ne zaman karşınıza nasıl çıkacağını bilemezsiniz. O yüzden hayatınızı sanal bir ortama fazlaca endeksleyip siz eşittir sosyal ağ denkleminin parçası olmayın. Sosyal ağlar ve maillerinizdeki bütün bu yolculuktan sonra başlığı tekrar sormakta fayda var; evet baktınız mı sizin hayatınız kaç gigabyte mış ?

Twitter’da Nasıl Trend Topic (TT) Olunur?

Twitter’da Nasıl Trend Topic (TT) Olunur?
Sosyal medyanın neredeyse günlük ihtiyaç haline geldiği günümüzde haliyle birçok beğeni kriteri de bu platformlar üzerine kurulmuş durumda. Youtube’da en çok izlenen video, Facebook’ta en çok paylaşılan durum ve Twitter’da Trend Topic (en çok konuşulan konu) gibi kavramlar adeta bir yarışmanın ödülü gibi lanse edilmeye başlandı.
Fakat diğerlerine nazaran daha dinamik olması nedeniyle bu ünvanlardan en sık değişeni ve en çabuk yayılanı Twitter’ın otomatik olarak atadığı Trend Topic yani “TT” ünvanı.  Okuduğunuz bir çok haberde, haberin öneminin vurgulanması için “bir anda twitter’da en çok konuşulan konu oldu” cümlesini  görmüşsünüzdür. Peki gerçekten “TT” olmak o konunun çok önemli, çok popüler olduğunun kesin kanıtımıdır. ”TT” olmak gerçekten zor bir iş midir? Biz Twitter’in istatistiklerinden ve algoritmasının çalışma mantığından yola çıkarak TT olmanın kriterlerini verelim siz de TT’nin ne kadar önemli olduğuna karar verin.
-Twitter’da bir başlığın en çok konuşulan konu olması için öncelikle “yeni” olması gerekmektedir. Daha önceden TT  listesine girmiş bir konunun yeniden o listeye girmesi hemen hemen imkansızdır. Bunun tek yolu, aynı başlığın çok sayıda yeni kullanıcı tarafından tekrar konuşulmasıdır. Örneğin #newyear başlığı her yıl tekrarlanan bir konu ancak bu konu üzerinde tahmin edersiniz ki her yıl eklenen milyonlarca yeni twitter kullanıcısı konuşmaktadır. #bieber başlığı da aslında oldukça popüler bir konudur. Ama bu başlık hakkında konuşanlar hep aynı hayran kitlesi olduğu için TT listesine girememektedir.
-Trend Topic aslında günlerdir konuşulan bir konuyu barındırmaz. Daha ziyade anlık güncellemelerle kullanıcının o anın en ateşli konusunu görmesi sağlanır. Sayılarla anlatırsak A konusu 10 gündür konuşuluyor ve toplamda 10.000 kez twit edilmiş olsun. Bunu saate yayarsak saatte yaklaşık 42 twit yapar. B konusu ise 1 saat içinde 1000 twit almış ancak 10 güne baktığınızda 6000 kez twit edilmiş olsun.  Bu durumda B konusu trend topic de görülecek ancak A konusu görülmeyecektir. Çünkü anlık çalışan algoritma mantığında A konusunun ivmelenmesi B ye nazaran oldukça düşüktür. Birçok eylemin ya da konserin bir anda TT listesine girmesinin en önemli sebebi budur. Çünkü 1-2 saat içerisinde gerçekleşen aktivite sırasında insanlar yoğunluğunu tamamen o konuya vermektedirler.
-Tahmini olarak kaç twit gerekir diye sorabilirsiniz. Bu tamamen günün yoğunluğuna göre değişir. Gece vakitlerinde gereken twit sayısı elbetteki gündüze nazaran daha azdır. Ülkemizi düşündüğümüzde bizim prime time zamanımızda ABD’nin çoğu kullanıcısı uykuda ya da işte olduğundan ülkemizde akşam saatlerinde bir anda patlak veren bir konunun TT listesine girmesi oldukça kolaydır.
-Atılan twit sayısından daha da önemli olanı twitlerin mümkün olduğunca farklı kullanıcı tarafından atılması. Yani 100 kişi bir konu hakkında saatte 100.000 twit bile atsa 10.000 kişinin saatte attığı 20.000 twit kadar Trend Topic’e girme şansı yoktur.
-Konuşulan konu belli bir kesime hakaret içermemeli, düzgün bir dille yazılmalı ve belli bir kesimi rencide edecek siyasi bir içerik barındırmamalıdır. Bu tip konular twitter tarafında TT’ye girmemesi için engellenmektedir.
- TT listesi varsayılan gösterimiyle bölgeseldir. Yani Türkiye’den girdiğinizde gördüğünüz bir TT konusu, Amerika’dan twitter’a girdiğinizde listede görünmeyebilir. Bunun sebebi o bölgeye uygulanan bir sansür değil muhtemelen o konunun o bölgede daha önce yoğun bir şekilde işlenmiş olmasıdır.

Bütün bu kriterler göz önüne alındığında ülkemizde yüzbinlerce takipçisi bulunan bir ünlünün prime time zamanında ortaya TT olması için attığı bir konunun TT listesine girme ihtimali oldukça fazladır. Aynı şekilde o an oynanan önemli bir derbi müsabakasında yaşanan bir an, twitter’da bir anda binlerce kişi tarafından konuşulur ve TT listesine girer. Ancak bu genelde saman alevi gibi olmaktadır. Akşam 8’de TT olan konuyu gece 12’de listede bulamayışınızın en önemli sebebi budur.

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Twitter'da Güvenlik !!!

İlk başta, insanlar 140 karakterle ne ifade edebilirlerki, bu site tutmaz söylemleri arasında doğan twitter bugün dünyada yaklaşık 180 milyon kayıtlı kullanıcıya sahip dev bir paylaşım sitesi haline geldi. Bunun sonucunda insanların bu kadar yoğun vakit geçirdiği her sanal ortam gibi Twitter da art niyetli insanlar için saldırılacak platformlardan biri artık.

İnsanların twitter da eğlendiği muhakkak. Tabi bu eğlenceden can sıkıcı olayların çıkmaması için alınması gereken bazı önlemler alınmalı. Can sıkabilecek olaylardan en tehlikelisi uygulamalara verdiğiniz izinler.

Özellikle de güvenilir olmayan kaynaklardan gelen linklere tıkladığınızda "tıklayın profilinize kim bakmış görün", "tıklayın Türkiye de twitterda kaçıncı sıradasınız öğrenin" tarzı başlıklar insanları cezbedebilmekte.

Bu linklere tıkladığınızda twitter sizden izin ister ve kullanıcı adı ile şifrenizi girmenizi bekler. Siz de bu bilgileri girip onay verdiğinizde artık karşıdaki uygulamaya twitter hesabınızın kontrolünü devretmiş bulunuyorsunuz.

Bu tip uygulamalar kesinlikle şifrenizi öğrenemezler ama hesabınıza girebilmesi için zaten şifrenize ihtiyaç da duymazlar. OAUTH protokolünün çalışması sonucu oluşan özel bir kimlik doğrulama sistemi ile uygulama sizin twitter hesabınıza erişebilir, twitlerinizi okuyabilir, sizin adınıza twit atabilir ve DM (Direct Message) olarak adlandırılan özel mesajlarınıza erişebilir.

Bu noktadan sonra kendisini sizin adınıza attığı twitlerle ortama yayması hiç de problem olmayacaktır !

Peki bu tip programlara izin hakkı verdiniz ama şimdi endişe duyup bu hakkı kaldırmak istiyorsunuz. O zaman yapmanız gereken adımlar şu şekilde:

-Twitter hesabınıza giriş yaptıktan sonra Profile-Settings kısmına tıklayın.
-Açılan sayfada Applications sekmesine tıklayın.
-Şu anda karşınızda hesabınıza giriş izni verdiğiniz uygulamaların bir listesi çıkacaktır. Buradan şüphe ettiğiniz ya da artık hesabınıza giriş izni vermek istemediğiniz uygulamaların yanındaki "Revoke Access" seçeneğine tıklayarak bu izinleri iptal edebilirsiniz.

Unutmayın: Elbetteki her uygulama art niyetli değildir ama dediğim gibi bu tip uygulamalar bi yerde özelinize de iştirak etmiş oluyorlar !

İkinci bir güvenlikte twitter a girerken kullandığınız adres, normalde http://www.twitter.com adresini kullanarak giriş yapabilirsiniz, ancak twitter uzun bir süredir https güvenli protokolünü de desteklemektedir. Dolayısı ile https://www.twitter.com adresinden giriş yapmanız daha güvenli olacaktır. Bu protokol yazdıklarınızı ve size gelenleri şifreleyerek karşı tarafa gönderdiğinden sisteminizdeki bazı virüs yada trojen lere karşı sizi daha korumalı kılacaktır.




2 Temmuz 2011 Cumartesi

Hayat, az sonra... Ama önce özet...

Doğdum, doğduğumu güneşi gördüğüm anda anladım, elimi uzatmaya çalıştım, çocuktum, farkına varamadım uzak olduğunun, sonra bıraktım seyretmeye daldım, emeklemeye başladım, ayağa kalktıkça düştüm, bazen oturdum, genelde uyudum, okul başlıyo dediler gittim, defter kitap verdiler, yaz dediler yazdım oku dediler okudum, zaman zaman sıkıldım, gün geçtikçe büyüdüm, bi dünya varmış dışarıda kocaman onu gördüm, sınav var dediler, çalıştık kazandık, üniformayı atma vakti gelmiş, meğer hayat denen canavar şimdi dirilmiş...


Sevdim, sevildim, belki sevildiğimi zannettim, belki sevilecek kadar sevmedim, belki de severken sevilmek istedim, ama biliyorumki hep gerçekten sevdim, sadece sevdim, umutlarım vardı, yada kendi yalanlarımdan oluşturduğum hayallerim, kırıldım, gün geldi ağladım, sonra yine ağladım, zaman zaman mutlu da oldum, gülümsedim, bazen içten gelerek, bazen inadına, hor görmedim, kıskanıldım, yeri geldi kıskandım...


Yağmuru çok sevdim, karı sadece ilk yağdığında, sonbaharın sarısını aldım, baharın yeşiline kattım, kendi oluşturduğum kışda üşüdüm, yazımı sıcak tutayım derken yandım, pes etmedim, baş kaldırdım, ama hakedene, yüreğimi adadım, yüreğin değerini bilene, yaşadım, her çeşidini tanıdım, bana göre değil derken benimle tanıştım, beni, beni ben yapan senlere adadım, senleri sevdim, bazen de o senler tarafından sevildim, terkedildim, istenmedim, istemeyen de sağolsun dedim, arkamı hiç dönmedim, sırtını dönene hep seslendim, duyanı oldu duymayanı, belki de duymak istemeyeni...


Okudum, gezdim gördüm, yeri geldi yeter dedim, yetmez dedi hayat, al sana bi tane daha, tekrar emeklemek istedim, yeniden başlamak, geri gitmek geldi içimden, çocuk olmak tazeden, içim yangın yeri iken, yana yana su isterken, susuz yağmurlara bile hasretken, zaman geçerken, düşündüm, düşündükçe büyüdüm, çekilip bi köşeye indiğim hayat sahnesini seyre daldım, başımı omuz yerine boşluğa dayadım, boşluktan medet umarken, gelen geçenin derdine tanıklık yaptım, gel gitler içinde yaşadım, yaşadıkça yazdım, yazdıkça yaşadım...... 

Geçmişten bir derleme...

Yürüyorum yavaş ve dalgın adımlarla, kalabalık ama yalnızlık kokan bir kaldırımda, burnumun ucunda birden bire bir ıslaklık hissediyorum, bu, havadan düşen bir su tanesi olsa gerek, nereden geldiğini anlamaya çalışırken bir damla daha, yüzümü gökyüzüne kaldırdığımda yüzümün her noktasına çarpıyorlar hızlı hızlı, gökten yine bir güzellik yağıyor, yine yağmur başlıyor ... Islanmamak için kaçmaya başlıyorum, yağmurun en şiddetli anında, birden duruyorum yolun ortasında, gökten ya sen yağıyorsan diye, o seninle tanıştığım, deli gibi ıslandığım güzel gün geliyor aklıma, ya hala oradaysam, o zaman neden kaçayım diyorum senden... duruyorum öylece, insanlar kaçışırken ben keyfini çıkarmaya çalışıyorum... gök gürlüyor, önce korkuyorum, sonra yine sen geliyorsun aklıma rahatlıyorum, gökten ya sen yağıyorsan diye... Yağmuru çok seviyorum artık, hızlıca düşen yağmur taneleri, birden ortaya çıkan gökkuşağı misali, sen oluveriyorsun diye...


-----------------------------------------------------------------------------



Yemyeşil bir kırda birbirinden güzel çiçekler arasında otururken tek başına, hafif esen rüzgarın savurduğu başakların başları selamlar rüzgarın içindeki hüzünleri, mutlulukları, yaşanmış ya da yaşanacak olan hikayeleri... böyle bir anda gözünün önünde uçuşmayan başlayan rengarenk bir kelebek dağıtır dikkatini, kanadındaki mucizeye dalarsın hafifçe, bilirsinki her renk ayrı bir güzellikten gelmedir, umuttur aslında o güzel kelebek, ve bu güzelliğin sana denk gelmesi o günün sana özel bir sevincidir, ve bu sevinç güzel yüzünde güzel bi gülümseme yaratır, daha da güzelleşir çehren....
İşte o kelebeğin gülümsemesi tadında bir gülümseme yaratması dileği ile.... günaydın...

-----------------------------------------------------------------------------



Sessiz bir anımda, sıkıntılıyken sesim kesildiğinde, içimden gelenlerin haykırışı oluyorsun aniden,
gönlümün dar sokaklarına birdenbire gelen bahar oluveriyorsun, karları eritiyor, yollarını açıyorsun,
özlemlerim, özleşmelerimin oluyorsun, gece hayallerimin güzel misafiri, dünyamı döndüren güç oluyorsun,
suskunluğumu bozmamım tek nedeni, başımı kaldırışımın sebebi oluyorsun... Onun için, bugünlerde dinlediğim tek insan olarak, bana benim bu huysuz anlarıma rağmen yardımcı olduğun için, desteğin için teşekkürler...

-----------------------------------------------------------------------------





Deniz, çarşaf çarşaf maviliğinde hafif hafif dalgalanmakta,
üstelik, üzerine düşen güneşin ışıklarını en zarif haliyle yansıtarak,
uzaktan sesi gittikçe azalan gölge gibi simsiyah bir gemi geçiyor,
seyrek dumanı, içinde binlerce hikayesi ile...
Doğanın sessizliğinde güzel bir bayan ayaklarını uzatmış seyrediyor bu olan biteni,
hemen deniz kıyısının dibinde, duruluğu sanki denizden gelmişçesine...
Derken kıyıya vuran dalgalar biraz daha şiddetleniyor,
her vurduklarında getirdikleri şişenin bir parçası daha görünüyor,
dalgaların nihayet kıyaya getirdikleri bir şişe ve içinde küçük bir not,
denizin kıyısındaki güzel, şişeyi açar ve notu okumaya başlar:
"Deniz mavisinin huzurunu taşıyan bu duru güzel için,
kendi tatlılığı tadında bir günaydın sakladım şişenin içine,
okuduğunda denize doğru gülümsesin diye,
günaydın gün güzeli..."






27 Mayıs 2011 Cuma

Hayat bir lunapark.. Ama hiçbir oyuncağa güvenme...

Hayat kocaman bir lunapark aslında, içinde gezip keyif aldığınız yeşillikleri, salıncakları, atlı karıncaları, oturup dinlendiğiniz bankları, korktuğunuz korku tünelleri, hissettiğiniz heyecan mı endişe mi korku mu anlamadığınız roller coaster ları olan dev bir lunapark...

Giriş ücretini sizin yerinize anne babanız ödemiştir zaten... İlk önce güzel bir bank bulup oturursunuz, pek bir şeyin farkında olmadığınızdan etrafı seyredersiniz, hangisine binsem hangisine binsem derken en güvenli zannettiğinize, atlı karıncaya koşarsınız... Bir iki tur herşey güzel derken elinizi bir an boşluğa atar sendelersiniz, o ise size elini uzatmaz ve düşersiniz, dizinizdeki ilk yara ile tanışırsınız... Yine o en baştaki banka gider biraz ağlarsınız, anneniz okşar öper babanız bişey olmaz çocuğum der susarsınız...

Derken biraz büyür daha güzelini istersiniz, gözünüze o kocaman salıncağı kestirir ona koşarsınız... İleri geri herşey harika derken, arkadan hiç ummadığınız biri öyle bir iterki sizi, dengeniz bozulur düşersiniz, dizinizdeki yaraya tam da yeni alışmışken kolunuzu dirseğinizi kanatırsınız, bankınıza geri döner oturur ağlarsınız, bu kez anneniz de okşamaz, öpmez... kendi kendinize bir süre sonra susarsınız...

Biraz daha büyürsünüz, etrafı gezerken biriyle tanışırsınız, size çok heyecanlı gelir, seversiniz, birlikte eğlenelim dersiniz.. Gel der korku tüneline girelim, önce reddedersiniz, sonra gözlerinize bakarsınız, ben seni korurum der, aldanırsınız, tünele girer ve karanlıkta ilerlersiniz... Korkunç yaratıklar, size zarar vermek isteyen değişik canlılar, ürkütücü ışıklar çıkar önünüze her bir adımda, elinizi uzatırsınız, tünele girdiğiniz o kişiyi bulamazsınız, seslenirsiniz duyuramazsınız, koşarak çıkmaya çalışırsınız, sağa sola çarpa çarpa ışığı bulursunuz... Dışarı çıktığınızda nefes nefese kalmışsınızdır, ağlayarak yine bankınıza dönersiniz... Nasıl inanırım ki dersiniz, birazda içten ağlamayı öğrenirsiniz, artık bunu kimse görmüyor diye her aklınıza geldiğinde içinize ağlarsınız, yorulduğunuzda da ağladığınızda da koşup oturduğunuz bankınızda...

Derken biraz daha büyürsünüz... Artık herşeyi öğrendim dersiniz... Kalkıp biraz daha gezeyim diyerek yola koyulursunuz, korku tünelinin önünden geçerken bile dimdiksinizdir, ilerideki çığlıkları duyar oraya yönlenirsiniz, raylar üzerinde ufak bir tren, metrelerce yükseğe çıkıyor ve son sürat aşağı iniyor.. O dimdik haliniz, özgüveniniz biraz sarsılır... Ama son oyuncaktır, denemek istersiniz, kararsızsınızdır.. Derken sırtınızda bir el ve hayırdır korktunuz mu, çok eğlencelidir, birlikte binelim istersen diyen yabancı bir ses... Döner bakarsınız yabancı elin yabancı bir yüzü... Aklınıza korku tüneli gelir, ama bir kez daha güvenmek istersiniz, peki dersiniz...

Yolculuk başlar, bu kez her şey çok farklıdır, o korku ve heyecan dolu yolda eli hep omzunuzdadır, savurucu virajlarda size sarılır... çok mutlusunuzdur, bu sefer buldum galiba iyi birini dersiniz, yolculuk biter.. tren durur... yere inersiniz, heyecan korku gitmiş, içinizde geriye bir tek mutluluk kalmıştır... derken görüşürüz çok sağol der o yabancı ses, yüzüne bakarsınız, bitti mi dersiniz içinizden, kendine iyi bak, eğlenceliydi gerçekten der ve gider güvendiğiniz ikinci yabancı...

İçinize ağlarsınız bankınıza döner... dizinizdeki yaralar kabuk bağlamış iyileşmiş, kolunuzda dirseğinizde çizik dahi kalmamış, göz yaşlarınız bitmiştir, ama içiniz paramparçadır... gözyaşlarınız içinize dolmuştur... bu kadar yeter dersiniz, bankınıza uzanır düşünmeye başlarsınız... Nerede hata yaptım? Artık çok geçtir, ışıklar söner, bekçi gelir ve dışarı çıkmanız gerektiğini söyler... Bankınızdan ayrılırsınız, anne babanızın giriş ücretini ödediği o kapıdan, bütün heyecanlarınızı, korkularınızı, mutluluklarınızı, gözyaşlarınızı içeride bırakarak sessizce çıkar gidersiniz....

Korku tüneline bineceğiniz kişiyi de, roller coaster a bineceğiniz kişiyi de iyi seçin... Sallanırken arada arkanıza bakmayı ihmal etmeyin... Atlı karıncayı sevin, ama üzerindeyken tek başınıza olduğunuzu unutmayın, en önemlisi de hep geri dönüp dinlendiğiniz o bankı çok ama çok iyi seçin... Giriş çıkış kapısını, bekçinin gelme zamanını dert etmeyin, onları zaten değiştiremez, seçemezsiniz...

20 Mayıs 2011 Cuma

Öylesine bir hüzün çöktüğünde...

Gözünü hafifçe araladı, şöyle bir tavanı süzdü, bugün ilk defa alarm çalmadan uyanmıştı, yerinden yavaş yavaş doğruldu, sanki bütün gece uyumamış da ağır bir işte çalışmışçasına yorgun hissediyordu kendini. Derken alarm çaldı, susturdu, lavaboya gitti yüzünü yıkadı, aynaya baktı, hızlı nefes alışlarının oluşturduğu buğuları silmeye bile çalışmadı, yüzünü görememeye başladığı anda aynadan ayırdı yüzünü. Dünden hazırladığı kıyafetlerini giydi ve kapıdan dışarı çıktı. Genç kız güneşin ışıkları altında kafası önde yürümeye başladı.

Alarm çaldı, önce erteledi, sonra ikinci çalışta oflayarak kalktı, gözünü ovuşturdu, bi daha yattı, geç kalmayayım bari bugün diyerek tekrar kalktı. Derken aklına bugünün önemi geldi, hemen lavaboya koştu, yüzünü buz gibi suyla yıkadı, eline ne geçerse giydi ve koşarak dışarı çıktı. Güneşi fark etmedi bile, kalın montunun ağırlığına da aldırmadan hediye dükkânına doğru hızla yola koyuldu genç delikanlı.

Genç kız her zaman önünden geçtiği parktaki çocuk seslerini bugün duymuyordu adeta, kafasındaki düşünceler o kadar yoğundu ki, o kadar ağır geliyordu ki, bi yerlere oturup dinlenmek geçiyordu içinden. Ama yapamazdı, işine yetişmeliydi. Durağa ulaştı, şanslıydı otobüsü hemen geldi, bindi, her zamanki koltuğu yine boştu, oturdu, kafasını cama dayadı ve tekrar kendisini düşüncelerine bıraktı.

Genç delikanlı, hediye dükkânına girdiği anda hemen siparişini sordu, nihayet son günde gelmişti kız arkadaşının en sevdiği ayakkabıları, harika, bunları çoktandır istiyordu, eminim bayılacak dedi satıcıya, hemen güzel bir paket yaptırdı. Dükkândan çıktığında inanılmaz mutluydu, alternatif bir hediyeyle vakit kaybetmeyeceği için kendine biraz daha zaman ayırabilirdi,  bugün işe yürüyerek gitmeyi tercih etti. Bu havada montunu aldığını daha yeni fark etti, önce çıkarmak istedi, sonra bu montu da kız arkadaşının hediye ettiği geldi aklına, çıkarmadı, gülümsedi, devam etti.

Cama dayadığı başını hiç ayırmadan devam ettiği otobüs yolculuğunda bir ara elinin uyuştuğunu fark etti, diğer eliyle hissetmeye çalışırken yüzüğüne dokundu, başını camdan ayırdı, yüzüğe dikkatlice baktı, erkek arkadaşının evlenme teklif ettiği gün ki hali geldi aklına, çok mutluydu o gün, gülümsedi, ama bu sefer acı acı, ve yüzüğü çıkardı cebine koydu, anlam veremediği düşüncelerine tekrar daldı, başını cama koyarak.

Genç delikanlı, işine vardığında masasına oturdu, her sabahki gibi kız arkadaşı ile olan fotoğrafının tozunu aldı, uzun uzun baktı, gülümsedi, ona evlenme teklif ettiği günün üzerinden geçen 1. ayı bu gece kutlayacaktı, üstelik kız arkadaşının böyle bir kutlamadan haberi bile yoktu, çünkü evlenene kadar böyle bir kutlama yapmayacaklarına söz vermişlerdi, kendi dayanamadı, inandı, bu gece çok güzel olacaktı.

Genç kız birden doğruldu, kapıya yöneldi, aslında daha durağına gelmemişti, düğmeye bastı ilk durakta indi. Yüksek yamaçlı bir tepenin seyir yerine doğru yürüdü. Burası evlenme teklifi aldığı yerdi. Manzarası müthiş ama yüksekliği bir o kadar da ürkütücüydü. Tam kıyıya oturdu, rüzgârın gözünün önüne set yaptığı saçlarına bile aldırmadı, uzun uzun ileriye baktı.

Artık kız arkadaşının işe ulaştığını düşünen delikanlı, onu aramak istedi, sonra on dakika daha bekleyeyim belki kahvaltı yapıyordur dedi. Telefonu masasına geri koydu.

Kız düşüncelerden bir an arınıp derin bir nefes alıp verdi, sonra bi daha, ve bi daha. Ayağa kalktı, cebine koyduğu yüzüğü çıkardı telefonu ile birlikte yere koydu, bitmiş bir haldeydi, tükenen enerjisini son kez tetikledi ve usulca beni affet dedi, kendini uçuruma bıraktı. Tepeden yükselen haykırışı kimse duymadı, çünkü bu haykırışların en sessiziydi. Rüzgârın hafif esintisinin yarattığı alçak uğultu sesini bir telefon melodisi bozdu. Telefon çaldı, çaldı, çaldı…